Bu kez karşınızda dolu dolu bir Yunanistan sohbeti var. Zira konuğum olan akademisyen Altay Atlı, çok yönlülükte bir dünya markası olabilir 😀 Atlı, Türkiye’deki en önemli Asya-Pasifik uzmanlarından biri… Bir akademisyen, bir girişimci, bir televizyon programcısı, bir hentbolcu, bir futbol sevdalısı… Daha ne olabilir diyorum ki aklıma bir de tarih sevdası geliyor. Gerçekten bugüne kadar yaptığımız sohbetler içinde en geniş skalada konuya değindiğimiz sohbet bu sanırım. Neyse, bu sohbeti sizinle paylaşıyor olduğum için çok heyecanlıyım. O yüzden sözü daha fazla uzatmadan, sessizce çekiliyorum 😀 Hepinize iyi okumalar!
Öncelikle söyleşi talebimi kırmadığınız için çok teşekkür ederim. Bilmeyenler için bize kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz? Kimdir Altay Atlı? Neler yapar?
Ben teşekkür ederim bu imkanı sağladığınız için. Bu vesileyle geniş bir okuyucu kitlesi olduğunu bildiğim ve kendim de ilgiyle takip ettiğim Yunanistan’dan Notlar’ın tüm takipçilerine selamlarımı sunarım. Ben farklı işlerle uğraşıyorum aslında. Akademik tarafım var, İstanbul’da farklı üniversitelerde yarı zamanlı olarak özellikle Asya-Pasifik, uluslararası ilişkiler ve uluslararası ekonomi üzerine dersler veriyorum. Bir de yine uluslararası ilişkiler ve küresel piyasalar konularında danışmanlık hizmetleri sunduğum küçük bir şirketim var. Ayrıca ulusal ölçekte yayın yapan bir kanalda program hazırlayıp sunuyorum. Evliyim, iki kızım var. Zamanda ve mekanda yolculuğu seviyorum. Şu dönemde ilki ikincisinden daha kolay aslında, uçağa, otobüse vs gerek yok kitaplar yetiyor.
Klasik turizm sorularıyla başlayalım istiyorum. Yunanistan’da şimdiye kadar nereleri gördünüz? Yunanistan ziyaretleriniz ilk hangi şehirle başlamıştı?
İlk gittiğim yer Rodos. Sonrasında Atina, Selanik, Kavala, Gümülcine, İskeçe, Dedeağaç, Ioannina, Meteora, Delfi, Nafplio, Volos ve bir de İyon Denizi kıyısındaki Zaharo. Adalardan da Thassos, Skopelos, Skiathos, Alonnisos, ve Kefalonya.
Yunanistan’ı ilk ne zaman ve ne için ziyaret ettiniz ve o ziyaretten aklınıza kazınan ilk şey nedir? Bu ilk seyahatinize dair enteresan bir anınız, kırılan bir önyargınız ya da pekişen bir hissiniz varsa da seve seve dinleriz 😀
1984’te ailemle birlikte Marmaris’ten Rodos’a geçtik. 10 yaşındaydım ben, ve ilk kez yurtdışına çıkıyordum. Çok farklı insanlar ve çok farklı bir yaşam bekliyordum tabii ki çocuk aklımla. Adaya ayak basında ilk düşündüğüm “onlar da aynı bizim gibiymiş” oldu. O dönem, “Özal dönemi”nin başlarıydı, Türk ekonomisi de dışa açılmaya yeni başlamıştı. Ancak birçok ürün, yani bir çocuk için ilginç olacak birçok ürün, henüz ülkemize gelmemişti. Mesela kutu kolayı ve “game watch”ı ilk orada gördüm. Çin lokantasına da ilk orada gittim. Yemeği hatırlamıyorum ama tatlı olarak kızarmış ananas hatırımda kalmış. Bir de hayal kırıklığımı anlatmak isterim. Okumayı öğrendiğim andan beri çocuklara yönelik olacak şekilde tarih ve mitoloji okumaya meraklıydım. O dönemin “Milliyet Çocuk” kuşağıyım ben! Antik Dünya’nın yedi harikasından biri olan, Rodos limanının girişindeki Rodos Heykeli’ni çok merak ediyor, onu göreceğim günü heyecanla bekliyordum. Rodos’a varınca o heykelin M.Ö. 200’lü yıllarda bir depremde yıkılmış olduğunu öğrenmek benim çocuk kalbimi çok kırmıştı.
Bir çocuk için çok sevimsiz ve şoke edici bir şey olsa gerek gerçekten… Peki Yunanistan’a geldiğinizde, seyahatlerinizde yapmaktan en keyif aldığınız şey ne oluyor? Yunanistan’dayken klasik bir gününüz nasıl geçiyor?
Yunanistan’da bulunduğumuz yere göre o günün ana teması ya tarih ya da doğa olur. Kimi durumlarda ise ikisi birden. Örneğin Atina’da daha çok tarih, Thassos’da daha çok doğa, ama mesela Kefalonya’da ikisi birden. Günün büyük bir kısmı uzun yürüyüşlerle geçer. Büyük şehirde de olsak, tamamen doğa içerisinde de olsak bence yabancı bir ülkede geçen vakti en çok değerli kılan şey uzun yürüyüşler yapmaktır. Bir de işin gastronomi tarafı var. Yunan mutfağıyla çok ortak noktamız var, farklılıklar da var tabii. Açıkçası mutfak kültürlerini ulus devletlerin sınırlarıyla kısıtlayamayacağımızı düşünüyorum. Ama bu coğrafyanın—Ege’den alalım Anadolu’ya, oradan da Ortadoğu’ya kadar—sadece yemeklerini değil yemek kültürlerini, yemeğe yaklaşımlarını, ritüellerini çok seviyorum. Yunanistan’da deniz kenarında bir sofra da benim için çok keyifli, Atina’da ayak üzeri atıştırmalık da…
Tarihe çok ilgili olduğunuzu da biliyorum. Hatta Türkiye’nin 1. Dünya Savaşı’ndaki durumunu anlatan bir de internet siteniz var. Peki Yunanistan’daki her seyahatinize tarihi de katıyor musunuz? Bu müze ziyareti de olabilir bir şeylerin peşinden gitmek de… Bir de Yunanistan’daki favori müzeniz hangisi? Akropol Müzesine torpil yapmak yok ama 😀
Akropol Müzesi’ne zaten torpil yapamam, çünkü henüz gitmedim! Müze sanıyorum 2008’de açılmıştı, açıldıktan sonra Atina’ya bir kez gittim, ondan da kapalı olduğu güne denk geldim ne yazık ki. Evet, Yunanistan’daki her seyahatimde tarih var. Ortak bir tarihten de bahsediyoruz aslında. Yunanistan seyahatinde tarihi olarak hangi dönemlere gidersiniz? Antik Yunan? Bizans? Osmanlı’dan kalan yapılar ve eserler? Hepsi birebir Türkiye’yle, Anadolu ile bağlantılı dönemler, hepsi ortak bir mirasın farklı çehreleri. Favorilerimi belirtmem gerekirse, bir açık hava müzesi olarak nitelendirebileceğimiz Mikene antik kenti muhteşem bir yer. Kapalı alan olarak da Pire Arkeoloji Müzesi. Bu bahsettiğim müzedeki Athena heykeline hayranım, sırf onu görmek için bile tekrar tekrar giderim.
Şahane seçimler! Yeni müze 2009 yazında açılmıştı. O zaman en kısa zamanda, mümkün olunca, size bir Akropol Müzesi ziyareti diliyorum 😊 Peki, bildiğim kadarıyla Boğaziçi Üniversitesi’ndeyken Yunanca dersleri de almıştınız. Yunanca sizin için nasıl bir yolculuk oldu?
1995-96 döneminde okulumuzda seçmeli ders olarak Modern Yunanca dersi açılmıştı. Antik Yunanca hep vardı Tarih Bölümü’nde, şu anda da var. Ama o dönem Modern Yunanca tüm bölümlere açık seçmeli olarak ilk kez sunuldu. Ben de bir yıl derslere devam ettim. Çok da iyi bir hocamız vardı, Anna Stavrakopoulou. Selanik’teki Aristoteles Üniversitesi’nden gelmişti. Kardak Krizi’nin yaşandığı dönemdi, hatırlıyorum hocamız Yunan gazetelerini getirirdi, ne yazdıklarını okumaya çalışırdık birlikte. Yunanca için tabii bir yıl yeterli olmadı, sonrasında pek pratik de yapamadım. Ama şu anda bile Yunanistan’a gittiğimde çat pat bir şeyler söyleyebiliyorum.
Peki konuyu biraz daha profesyonel kimliğinize taşımak isterim. Siz Türkiye’deki en önemli Asya uzmanlarından birisiniz. Eminim özellikle Çin’in Yunanistan yatırımlarını da takip ediyorsunuzdur. Sizce Yunanistan yabancı (özellikle de Asyalı) yatırımcı için neden ilgi çekici bir yer oldu?
Çok basit bir denklem var aslında ortada. Çin, dünyanın en büyük ihracatçısı ve ihracatının yaklaşık yüzde 90’ını deniz yolları üzerinden gerçekleştiriyor. Yunanistan ise dünyadaki tüm yük gemileri filosunun yüzde 21’ine, Avrupa Birliği’nin ticari filosunun ise yüzde 54’üne sahip. Başka bir deyişle, Çin sürekli dünyanın dört bir köşesine mallarını gönderiyor ve bu malları en fazla taşıyanların başında da Yunan gemileri geliyor. Çin’in Yunanistan’daki en büyük yatırım olan Pire Limanı son dönemde yeni yatırımlarla birlikte kapasitesini artırdı ve Akdeniz’in en büyük limanlarından birisi haline geldi. Pire’ye gelen malların yüzde 90’ı Yunan pazarına girmiyor; diğer Avrupa ülkelerine transit olarak devam ediyor ve nihai tüketici le buluşuyor. Yunanistan, Çin için bir Avrupa Birliği üyesi olmasıyla ve coğrafi konumu ile Avrupa’ya giriş kapısı olarak önem taşıyor ve deniz ticareti her iki ülkeyi ortak paydada birleştiren bir konu.
Bu meseleyi anlamlandırmaya çalışan herkes için bilimsel, hap gibi bir açıklama oldu. Gerçekten teşekkürler! Burada şimdi konuyu çok daha sosyal ve sürprizli bir yere çekelim istiyorum 😀 Siz aynı zamanda eski bir hentbolcu ve çok da sıkı bir futbol izleyicisisiniz. Türkiye ile Yunanistan arasında sizin için en çarpıcı, asla unutamadığınız bir spor olayı var mıdır? Hangisiydi? Bir de Türkiye’de top koşturan Yunan futbolcuları nasıl buluyorsunuz?
Türkiye ile Yunanistan arasındaki spor olayı dediğiniz zaman aklıma ilk gelen, hiç unutamadığım maç, 1988 yılında İstanbul’da oynanan dostluk maçıdır. İki ülke arasındaki ilişkilerdeki sıkıntıları aşmak yönünde ciddi çabaların gösterildiği bir dönemdi ve bu maçı stadyumda dönemin başbakanı Turgut Özal ile eşi Semra Hanım da izlemişti. Tanju Çolak, Oğuz Çetin ve Rıdvan Dilmen’in golleriyle maçı 3-1 kazandık; ama tabii ki esas olan orada dostluğun kazanmasıydı. İlgilenen okuyucularımız maçın gollerini şu linkten izleyebilirler.
Türkiye’deki Yunan futbolcuları da izlemeye çalışıyorum. Son dönemde örneğin Dimitris Pelkas, Anastasios Bakasetas, Aleksandros Katranis gibi isimleri beğeniyle takip ediyorum. Ancak Türkiye’deki Yunan futbolcular deyince Theofanis Gekas’a ayrı bir sayfa açmak lazım. İlk gelen oydu, ülkemizde 6 yıl top koşturdu ve performansı hiçbir zaman belirli bir seviyenin altına düşmedi. İstanbul’un büyük takımlarında hiç oynamadı; ancak Anadolu’da 5 farklı kulübün formasını giydi. Futbolu da Türkiye’de, Sivasspor’da bıraktı zaten.
Gekas benim takımım Trabzonspor’da da oynadığı için bana da oldukça tanıdık bir isim ve gerçekten biz de çok keyifle takip ettik kendisini… Peki Yunanistan’a hiç spor seyahatiniz oldu mu? Ya da sırf deniz tatili değil de enteresan diyebileceğimiz bir amaçla çıktığınız bir tatil?
Spor seyahatim hiç olmadı Yunanistan’a. Ama açıkçası çok isterim mesela Atina Olimpiyat Stadyumu’nda AEK’in bir maçını canlı izlemeyi. Eşimle birlikte balayımızı Yunanistan’da yapmıştık, enteresan bir amaç sayılabilir sanırım. Bir de enteresan gibi görünmeyen seyahatlerde ufak tefek enteresan ziyaretler yapmışlığım da oldu. Örneğin Kefalonya’nın doğasına ve plajlarına hayran kaldık, ama adaya giderken en çok istediğim şey 2. Dünya Savaşı sırasında adada bulunan İtalyan tümeninin Alman işgali sırasında başına gelenlerle ilgili mekanları ziyaret etmekti ve bunu gerçekleştirdim. Detaylarına girmeyelim, tarihin acı sayfalarından birisi. Ama bu noktada sanıyorum gezi, sinema ve edebiyat bağlantısına değinmek gerekir. Kefalonya ve bahsettiğim olayı tarih kitaplarından okumuştum; ancak Louis de Berniéres’in “Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini” adlı eserini okumasam, bu eserden uyarlanan ve başrollerinde Nicholas Cage ile Pénelope Cruz’un oynadığı filmi ve ayrıca İtalyan yapımı, Luca Zingaretti ile Luisa Ranieri’nin oynadığı “Cefalonia”yı izlemesem herhalde bu kadar heyecan duymazdım bu seyahatten.
Kefalonya benim de gidilecekler listemde… İkinci Dünya Savaşı dönemine özel ilgi duyan biri olarak benim için de çok yoğun bir seyahat olacağına eminim. Gitmeden mutlaka sizi rahatsız edeceğim 😀 Şimdi okuyanların çok ilgisini çekebilecek bir başka şeye daha değinmek istiyorum. Sizin uzun yıllardır topladığınız çok sağlam bir imza koleksiyonunuz var. Hatta bununla ilgili bir de mini belgesel çekilmişti. Bu koleksiyonda Yunanistan’dan kimler var ve bu kişilerden aldığınız imzalar için anlatacağınız enteresan bir hikaye var mı?
Koleksiyonum en değerli parçalarından birisi Paraskevi Voula Patoulidou’nun imzalı fotoğrafı. Kendisi 1992’de Barcelona Olimpiyatları atletizm dalında kadınlar 100 m engelli yarışını kazanmış ve altın madalyanın sahibi olmuştu. Tüm dünya için sürpriz olmuştu tabii ki bu… Son yıllarda örneğin kadınlar sırıkla atlamada Yunanistan’ın başarılı olduğunu görüyoruz ama kısa mesafeler hiçbir zaman Yunanistan’dan atletlerin çok da üst düzeyde mücadele ettikleri bir alan değil. 1992’de o yarışın favorisi ABD’li Gail Devers takılarak düşüp yarış dışı kalmıştı; ama Patoulidou’nun da hakkını mutlak vermek lazım. Müthiş bir başarıydı, spor tarihine geçti kendisi. Koleksiyonumla ilgili bir de ilginç hikayem var. Sadece sporcu ve sanatçılar değil, siyasetçilerden de imzalı fotoğraf topluyordum. 1991 ya da 1992 idi. Dönemin Yunanistan Başbakanı Konstantinos Mitsotakis’ten de imzalı fotoğraf istedim. Lisedeyim henüz. Bir gün okuldan eve geldim, annem dedi ki “oğlum Yunan Konsolosluğu’ndan birisi geldi, sana bir zarf bıraktı. Ne işler karıştırıyorsun sen bakayım öyle?” Meğerse Başbakanlık ofisinden fotoğrafı doğrudan İstanbul’daki başkonsolosluklarına iletmişler, oradan da elden getirmişler.
Şimdi düşünüyorum da, bu gerçekten bir anne için çok korkutucu olmalı 😀 Vaktiniz için çok çok teşekkür ediyorum ve o halde klasik kapanış sorumu soruyorum: Yunanistan’da bir sonraki seyahatiniz nereye olacak?
Kesinlikle Girit!
Son olarak aşağıdaki kısa sorulara da cevap alabilirsek çok sevinirim…
Yunanistan’daki favori şehrim… Atina
Yunanistan’daki favori adam… Kefalonya
Yunan mutfağındaki en favori yemeğim/tatlım… Souvlaki, tatlı olarak da galaktoboureko.
Yunanistan’da içtiğim en muhteşem içecek/içki… Retsina
Yunanistan’da tuttuğum takım… AEK. İstanbul ile bağları nedeniyle ve kendi kulübüm İstanbulspor ile aynı renkleri taşıdığı için. Sarı! Siyah!
Favori Yunan futbolcum… 2004 Avrupa Şampiyonası’nı kazanan takımın tamamı. Bir kişi seçmem gerekiyorsa o takımın kalecisi Antonis Nikopolidis
En sevdiğim Yunanca kelime… θάλασσα (deniz). Cümle içinde de kullanayım mı? Dalaras’ın çok sevdiğim “Ταξίδι στα Κύθηρα” parçasındaki sözlerde geçtiği gibi “θαλασσινό πουλί στα όνειρά μας” (rüyalarımızdaki deniz kuşu)
Altay Hoca’ya bu dolu dolu sohbet için; bize vakit ayırdığı ve keyifli anılarını paylaştığı için çok çok teşekkür ediyorum ve sosyal medya hesaplarını incelemek isterseniz diye aşağıya bırakıyorum. Kendisi hakkındaki mini belgeseli de -eğer yukarıda tıklayıp izlemediyseniz- şimdi geri dönüp mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.
Websitesi: @Altay Atlı
Websitesi: @Turkeyswar
Twitter: @Altay Atlı