Burada benden başkalarının da bakış açılarını yansıtabilmek amacıyla başlıyor olduğum Yunanistan sohbetleri dizisinin ilkini gazeteci Sinan Kunter ile gerçekleştirdik. Kunter hem ülkeyi sık ziyaret ettiğini bildiğimden hem de bu ziyaretlerini profesyonel olarak, hazırladığı seyahat programları aracılığıyla televizyonda bizlere aktarıyor olduğundan önemli bir isim… Lafı uzatmadan hem anılarını paylaşmak hem de hepimize faydalı olabilecek bilgiler edinmek için sözü ona bırakıyorum 😊 Hepinize şimdiden keyifli okumalar diliyorum 🙏
Merhaba. Öncelikle sohbet talebimi kabul ettiğiniz için çok teşekkür etmek istiyorum. Eminim bize şahane tecrübeler aktarıyor olacaksınız. Ama temel başlangıç için, bize kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz? Kimdir Sinan Kunter? Neler yapar?
35 yaşında, evli ve iki çocuk babası bir televizyoncuyum. Çok şey yaparım, yapıyorum 😊 ama en çok meşgul olduğum konu işim. 22 yaşında CNN TÜRK spor servisinde bir stajyer olarak başladım. Yaklaşık 1 yıl kadar hiç para almadan çalıştıktan sonra, 24 yaşında program servisine geçtim ve kültür-sanat muhabiri olarak mesleğe başladım. CNN TÜRK’te 12 yıl boyunca çalışmadığım program ve görev kalmadı diyebilirim… Haber – tartışma programları, fuar yayınları, muhabirlik, editörlük, yapımcılık, hatta bazen kameramanlık… Televizyonculukta kendime bir hedef koymayı maalesef çok geç akıl ettim. 5 yıl kadar önce yine CNN TÜRK’te kamera önüne geçtim ve seyahat programları yapmaya başladım.
Medya sektörüne dair pek çok tecrübe kazandığım CNN TÜRK dönemi kısa bir süre önce noktalandı ve artık NTV’de seyahat programları yapıyorum. Bunun yanında bazı firmaların sosyal medya kanallarına da içerik üretiyorum.
Yunanistan’ı sık ziyaret ettiğinizi biliyorum. Şimdiye kadar nereleri gördünüz?
Evet, açık söylemek gerekirse bir komşu ziyaretinden çok daha fazlası… 😊 Pek çok kez arabayla da gittiğimiz için epey yer oldu. Dedeağaç, İskeçe, Kavala, Selanik, Taşöz (Thassos), Igoumenitsa, Korfu, Paxos, Anti Paxos, Yanya, Atina, Santorini, Mikonos, Siros, Rodos, Patmos, Girit ve Katakolon.
Peki Yunanistan’a ilk ziyaretinizin ne zaman ve nereye olduğunu hatırlıyor musunuz? Bir de… bu seyahatten zihninize kazınan ilk hissi tanımlamanızı istesem?..
İlk ziyaret henüz 2-3 yaşındayken İskeçe’ye… Anne tarafından Selanik, baba tarafından İskeçe kökenli bir ailenin çocuğuyum. Özellikle baba tarafından pek çok akrabam halen İskeçe’de yaşıyor. Çocukken her yaz onları ziyarete giderdik. Şimdi maalesef eskisi kadar fırsat bulup ziyaret edemiyorum ama oradaki akrabalarla bağımız hala çok kuvvetli, hep iletişimdeyiz.
Yunanistan’a ilk seyahatinizden önce nasıl bir beklentiniz vardı ve yıllar içinde yaptığınız çeşitli ziyaretlerden sonra zihninizde neler değişti?
Çocukken yaptığım bu ilk gezi pek bir his uyandırmamıştı tabi ama 17 yaşında, 2001 yılında İskeçe’de yaklaşık 15 gün kalmıştım ve bu sırada Kavala, Taşöz ve Selanik’e de günlük geziler yapmıştım. O dönem Taşöz bugüne göre çok daha el değmemiş bir adaydı. Selanik’teyse sabahları kaotik biçimdeki trafik olan o kalabalık sokakların, öğleden sonra saat 3 olunca bir anda bomboş kalmasına çok şaşırmıştım. Tüm bunların yanında en önemlisi; hayatı Yunan kafasında yaşamanın nasıl bir şey olduğunu o gezide anlamıştım. “Hayatı Yunan kafasında yaşamak” benim için bir başlık ve bunun pek çok alt başlığı var. Bu yaklaşımın temelinde, “insanın çalışmak için değil, yaşamak için dünyaya geldiği” felsefesinin varolduğunu söyleyebilirim.
Şahane bir analiz! Zaten meslek icabı da seyahatlerinizde ülkelere başka bir gözle bakıyor olduğunuzu tahmin ediyorum. Peki sizce yıllardır Yunanistan’da neler değişti, neler aynı kaldı? Ve siz bu değişme/değişmeme durumunun özellikle Yunanistan turizmine nasıl etki ettiğini düşünüyorsunuz?
Aslında Yunanistan’da güzel olan da bu; pek bir değişim yok… Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir tabi ki ama Yunanistan bu kuraldan en az nasibini alan ülkelerden biri. Öncelikle insanların hayata bakışı hâlâ aynı. Devlet ya da başkaları için değil kendileri için yaşıyorlar. Çoğunun hayata dair büyük egoları da yok… Mesela çok sevdiğim bir Yunan şarkıcı Anna Vissi, Yunanistan’ın Ajda Pekkan’ı… Konserine gittiğimde gözlerimle gördüm; iki kişilik Smart marka arabaya biniyor, koruması filan yok, valelerle şakalaşıyor, kimseye de üstten bakmıyor. Eğlenmek, masmavi denizlerde yüzmek, güzel yemek yemek Yunan halkının hâlâ vazgeçilmezleri. Hal böyle olunca yapılaşma anlamında da büyük bir değişim yok. Bu durum da özellikle Türk turist için anlamlı… İnsanlar manevi anlamda Atina’da eski İstanbul’u, Selanik’te eski İzmir’i, adalarda eski Bodrum’u, Çeşme’yi buluyorlar… İşte Yunanistan’daki değişim de burada başlıyor. Türklerin yoğun olarak gittiği yerler özellikle hizmet anlamında, hızla Türkiye’deki tatil beldelerine benzemeye başladı. Taşöz adasına ilk gidişimde adada 5 yıldızlı tesis yoktu, yıllarca da olmadı… Sonra Türk turistin yoğun ilgisi başlayınca o eski samimi havasını kaybetti, fiyatlar yükseldi, lokanta sahipleri masanıza oturup sizinle rakı içmeye, sohbet etmeye fırsat bulamaz oldu.
Tüm adaların ve şehirlerin henüz bu hale gelmemiş olması tesellimiz olsun o halde. Neyse ki hâlâ o eski samimi havayı yakalayabileceğimiz birçok örnek var… Peki Yunanistan’a seyahat ettiğinizde yapmaktan en keyif aldığınız şey ne oluyor? Yunanistan tatillerinizde klasik bir gününüz nasıl geçiyor?
Yunanistan seyahatleri tabi en güzel eşimle oluyor. Sabahları birlikte bir cafede kahve, akşamüstleri de deniz kıyısı bir yerde soğuk, Assyrtiko üzümünden beyaz şarap eşliğinde laflamak en sevdiğim anlar… Yunanistan’da günlerimizin akışı tabi mevsimine göre değişiyor. Kışın biraz daha kapalı alanlara yönelmek gerekiyor. Ama özellikle Atina’da mevsim çok sert olmadığından kafelerde ya da lokantalarda dışarıda da oturulabiliyor. Tabi kış geceleri en güzeli, özellikle de Atina’da gece hayatı ve konserler… Bazı sevdiğimiz şarkıcıların Atina ya da Selanik’teki konserlerine, gece çıktıkları kulüplere ya da Yunan ağzıyla söyleyelim; buzukyalara gitmek, kışın en sevdiğimiz kaçamaklar.
Tam da bu noktada sormak isterim… Yunanlarla Türklerin birçok noktada birbirlerine benzediklerini neredeyse sürekli duyuyoruz. Zaten bugünkü Yunanistan nüfusunun önemli bir kısmının mübadele ile Anadolu’dan gelen Rumların torunları olduğunu düşünürsek bu şaşırtıcı da değil… Siz bu konuda ne söylersiniz ve bu benzerlik kapsamında bize aktarabileceğiniz enteresan bir anınız var mı?
En belirgin benzerlik heralde iki toplumun da saman alevi gibi birden parlamasıdır… Onlar da biz de sinirlenmeye hazırız. Diğer yandan ahlaki yapı da bizdekiyle neredeyse aynı. Bir de gelenekler… Yunan halkının gelenekleri ile bizimkiler çok benziyor. Mesela, kızı olan bir annenin, ona çeyiz hazırlaması… Burada bir kitap önereceğim; Eleni adlı Nicholas Gage (Okunuşu ünlü aktör Nicholas Cage’e benzer ama değil 😊) tarafından yazılmış kitap, Yunan iç savaşında yaşanmış bir öyküyü anlatıyor. Ama kitabı okudukça özellikle kırsal kesimde yaşayan Yunan halkının geleneklerinin bize ne kadar benzediğini görüyorsunuz.
Yemekler, sofra anlayışı… Mesela; dünyada yemeğin yanında rakı içen başka bir tolpum daha yok… Biz ve Yunanlar…
Ortak kültürden bahsetmişken… Yemekler dersem? Yani kuşkusuz Türk ve Yunan mutfaklarında birbirine benzeyen birçok yemek var ama “Yunan mutfağının Türk mutfağından farklı olan en temel özelliği şudur” diyecek olsak bu sizce nedir?
En başta tabi onlarda bizdeki kebap kültürü yok. Arap mutfağından daha az etkilenmişler. Kırmızı et kullanımı da bize göre çok daha az. Aslında bu soruyu Yunanistan’daki lokantaların farkı ne diye yanıtlamayı tercih ederim…
Ama asıl mesele bence mutfakta samimiyet… Ne alaka diyeceksiniz… Sözüm tüm yerli işletmelere değil elbette; ben bizdeki lokantaların özellikle turistik olanlarında, yemeklerin samimiyetsiz şekilde yapıldığını düşünüyorum. Buradaki samimiyetten kastım şu: lokantanın sahibi sadece daha fazla para kazanmanın derdinde ve malzeme dahil her şeyin ucuzuna kaçıyor. Yemeği yapan aşçı işinden bıkmış, servisi yapan garson işini sevmiyor, tabakları toplayan komi azar işitecek diye ödü patlıyor, hata üstüne hata yapıyor, kırmadık tabak çanak bırakmıyor… E tüm bu yapı da yediklerinizin lezzetine de, yerken oluşan atmosfere de yansıyor.
Yunanistan’da da benzer durumlar olabilir elbette… Örneğin Rodos’taki Ta Petaladika adlı lokanta, Yunanistan’da gittiğim en lezzetli yemeklere sahip yerlerden biri. Yediğim her şey muhteşemdi. Ama Türklerin yoğun ilgisi nedeniyle lokanta sahibi şımarmış, buna bir de Yunanların “snob” havası eklenmiş ve ortaya sadece “karın doyurmak” için gidilecek bir lokanta çıkmış. Aynı durumu Corfu adasındaki Kaiser Restaurant’ta da yaşamıştık, oradakileri de Almanlar şımartmıştı… Neyse ki, Yunanistan’da, benim gibi, daha çok “ruhunu doyurmak” isteyenlere yönelik lokantalar çoğunlukta. Lokantalar aile işletmesi… Anne mutfakta, baba kasada, çocuklar serviste… Varsa bir de 2-3 göçmen personel. Samimiyet de burada başlıyor. Malzemenin ucuza kaçılmamış en tazesi, balığın buzluğa girmemişi, mezenin evde yapılmışı… Ekmeklerde bile bu samimiyet var. Yunanistan’da yemek yiyen bir kişinin, Türkiye’dekine göre çok daha fazla ekmek yediğini görürsünüz, çünkü ekmekleri de samimiyetle, malzemeden kaçmadan, lezzeti artsın diye mısır ununu bol tutarak yapıyorlar.
Karnımızı acıktıran bir betimleme oldu ama ben de size katılıyorum. Bu arada Yunan müziğinin de tutkulu bir takipçisi olduğunuzu biliyorum. Sizi bu müzikte etkileyen en önemli şey nedir?
İnsanın dinlediği müzik türünü ailenin belirlediğine inanırım. Çocukken çok sesli müzik çalınan bir evde büyüyen bir kişi, yetişkinliğinde de aynı tür müzikten keyif alabiliyor. Benim Grek müziğine olan sevgimin temeli de böyle, babadan miras… Başta da belirtmiştim, aile kökeni Yunanistan’dan olduğundan, çocukken Yunanistan’da piyasaya çıkan her kaset bizim eve de gelirdi. Bazılarını babam özel olarak aldırıyordu, bazılarını da akrabalar hediye getiriyordu. Evde pazar sabahlarımıza, ya da arabayla çıkılan uzun yolculuklara mutlaka Haris Alexiou da eşlik ederdi. Burada babamın müziğe olan özel merakından da bahsetmek gerekir, yaklaşık 400 plaklık bir koleksiyonu, sayısız kasetleri ve o yaşlarda daha büyüğünü görmediğim bir müzik sistemi vardı ki, görenler “bir araba parası var burada” derdi.
Doğal olarak bu Grek müziği kültürü bana da geçti… Listemde Dalaras, Marinella, Parios, Harula gibi eski jenerasyona; Antonis Remos, Anna Vissi, George Perris, Eleni Vitali, Nikos Vertis gibi isimler de eklendi. Benim zorunlu Yunanca şarkı yayınlarımı dinleye dinleye eşim de zamanla bu şarkıları çok sevdi. Hatta bu sevgiyi bir adım ileriye taşıyıp Sirtaki öğrenip, oynamaya başladı. Yani kısaca, Yunanca müzik sevgisi bulaşıcıdır. İşyerinde siz açarsınız, bir süre sonra iş arkadaşlarınız da dinlemeye başlar. Şimdi fırsat buldukça, bu sevdiğimiz isimlerin canlı performansları için Yunanistan’a gidiyoruz. Atina’ya birlikte son gidişimiz Yannis Parios konseri içindi… Bence Yunanistan’ın en önemli bestecilerinden biridir ve artık yaşı nedeniyle sahnelere veda edebilir. Bu yüzden ileride kendime, “ben Parios’u canlı dinledim” diyebileceğim için mutluyum… Aynı şey tabii Haris Alexiou için de geçerli.
Buraya bir de küçük bir anı ilave edeceğim; Yunanca şarkılarla büyüdüğümden heralde hayatın bir hediyesi oldu… Bir dönem Türkiye karşıtı açıklamalar yaptığı gerekçesiyle George Dalaras, istenmeyen adam ilan edilmişti. O da Türkiye’de 25 yıldan fazladır konser vermeye gelmiyordu. Ancak yıllar sonra Dalaras’ın açıklamalarının özellikle çarpıtıldığı anlaşıldı. Bir anlamda Dalaras’a Türkiye yolu açılmış oldu ve 2010 yılında 26 Haziran akşamı İstanbul Açıkhava’da bir konser vereceği açıklandı. Ben o dönem CNN TÜRK’te kültür – sanat muhabirliği yapıyordum ve gündemimiz tamamen bu konserdi. Ben haberci kimliğimi tamamen Dalaras şarkılarına olan sevgim için kullanıp protokol kenarından bir davetiye edindim 😊 Ama asıl sürpriz konser günü sabahı gelen bir telefonda saklıydı. Konseri düzenleyen İKSV’nin kurumsal iletişim sorumlusu Ayşe Bulutgil’di arayan ve “konserden önce George Dalaras ile canlı yayın yapmak ister misin?” diye soruyordu. Yanıtı tahmin ettiğinizi düşünüyorum 😊 Kanalı arayıp yayın için gerekli izinleri aldım, teknik düzenlemeleri yaptırdım ve Harbiye Açıkhava’ya gittim. Yıllardır dinlediğim Dalaras karşımda duruyordu. Heyecanımı siz düşünün. Bu sürpriz bununla da sınırlı kalmadı. İKSV’den Ayşe yanıma gelip “konserin konuk sanatçısı Zülfü Livaneli, onu da yayına alır mısın?” dedi. Zülfü Livaneli de yıllardır kitaplarıyla beslendiğim, şarkılarını söylediğim yani Türkiye’de düşüncelerine ve eserlerine hayran olduğum ilk üç kişiden biri… Anlayacağınız heyecan kat sayısı çarpı iki oldu, nabız tavan yaptı. Ben o yayını nasıl yaptım, neler söyledim, kalbim yerinde nasıl durdu hala hatırlamıyorum. O 13 dakika sanki 10 saniyede geçti ve benim daha soracak yüzlerce sorum vardı. Bu anıya dair en büyük üzüntüm, o dönem kameralı telefonların bu kadar yaygın olmayışıdır. Çünkü bu canlı yayın anından tek bir kare fotoğrafım yok. Zaten Dalaras da konserin stresinden yayın biter bitmez koştu, sahneye kaçtı. Dur bi selfie çekelim diyemedim 😊
İşin bir diğer şanssız yanı; canlı yayın kayıtlarında da o gün sorun olmuş ve yaptığım yayın sırasında kayıt alınamamış. Yani bu anıya dair, söyleyebileceklerim dışında elimde hiçbir şey yok…
Gerçekten inanılmaz… Ama ben zihnimizdeki bu kadar güçlü anıların herhangi bir kanıta ihtiyacı olmadığını düşünenlerdenim… Sonuçta bu anlar bizler için var… Neyse… Peki son olarak, Yunanistan’da bir sonraki durağınız neresi olacak?
Kış geliyor… Muhtemelen bir Anna Vissi ya Remos konserine gitmek üzere Atina olur.
Müziksiz asla diyoruz 😊 Son olarak, size şimdi yönelteceğim kısa sorulara da sizin kısa cevaplarınızı almayı isterim. Buradan da Sinan Kunter hakkında hap bilgiler çıkaralım 😊
- Yunanistan’daki favori şehrim… Atina
- Yunanistan’daki favori adam… Paxos
- Yunan mutfağındaki favori yemeğim… Feta peynirli patates kızarması ile ızgara fener balığı (Dedeağaç / Alexandroupoli’de Gialos isimli lokanta çok güzel yapar) Bizde maalesef fener balığını ızgarada yapmayı pek bilmezler, kavurma yapıp tadını öldürürler
- Yunanistan’da içtiğim en muhteşem içecek/içki… Santorinili bir şarap üreticisi olan Gavalas’ın Assyrtiko üzümünden yaptığı beyaz şarap
- En sevdiğim Yunanca şarkı… Çok zor soru 😊 Antonis Remos’dan Ma de ginete ve Haris Alexiou’dan Oi Filoi
- Bence Yunan kültüründeki en etkileyici şey… Bu kadar küçük bir nüfusa sahip olup dünyanın hemen her yerinde kültürlerinin tanınması… Örneğin biraz eğitimli bir Meksikalı buzukinin sesini duyduğunda bunun Yunan müziği olduğunu bilir, size bir kaç Yunan yazar ismi söyleyebilir.
Bu keyifli ve müzik dolu sohbet için size çok çok teşekkür etmek istiyorum. Eminim bizi okuyanlar da keyif alacaklardır… 😊
Instagram @sinankunter
Sevgili Sinan ‘ın donanımlı hali ve sıcak ifadeli yorumları belleğindeki ses tonu güzelliği ile aktarımları mükemmel olmuş.Onu tanımak ve tanışmaktan sevgimden gururlanıyorum.Basarilarinin devamı dileğimle öpüyorum Teşekkürlerim sonsuz.
BeğenBeğen